Küçük bir şehre geldim ben.
Öykülerimi topladım. Tasımı da tarağımı da.
Öyle geldim.
Öyle zamanlar oluyor ki, tanıdık tek ses ezan sesi oluyor.
Bazen de -bugün olduğu gibi- hiç beklemediğim güzellikler oluyor.
Bugün Rasim Özdenören benim küçük şehrime geldi.
Gül Yetiştiren Adam'ı konuştuk konferansta. Beni anlatan, bizi anlatan satırların altını henüz çizmişken, bir defa da Rasim Özdenören'in kendisinden dinlemiş oldum. Gül Yetiştiren Adam aslında bizim hikayemiz. Milletimizin hikayesi.
En çok da benim hikayem.
En çok da benim hikayem.
"-salon demişken bir yoksul salonu gene de, bir antresi bile yok, dış kapıdan doğrudan salona giriliyor, döşemesi solmuş, eprimiş bir kanepe, iki koltuk, bir iki yoksul sandalye hezarenden, bir iki tahta sehpa, bir teneke sehpa."
"-bir şey yapmamanın da bir eylem olduğunu çoktan anlamıştı ve protesto için evden çıkmıyordu, evden dışarı çıkmasının insanların içine karışmasının istemediği düzeni meşrulaştıracağı inancındaydı ve bütün kasaba halkı onun bu sessiz protestosuna içten bir saygı duyuyordu ve onun bu devinimsiz eylemini değerlendiriyordu..."
"Beklemek tüm anlamın kendisiydi, bekler ve düşünürdü, boşuna olamazdı, boşuna değildi, sebepsiz, yersiz değildi, bekliyordu ve beklediği gelecekti."
Gül Yetiştiren Adam'dan unutmak istemediğim satırlardı bunlar.
"Şimdi daha içliyim..."
0 yorum:
Yorum Gönder