by 17:57 0 yorum
Sarayda bir minderde oturup sessizce izliyordum insanları. Hiç konuşmadan anlaşanların sözlerini işitiyordum. Gözleri ele veriyordu aşikar etmediklerini. Misk-i amber yayılıyordu gözleri birbirine değdikçe. Böyle bir şey olmalı Allah'ım dedim kendi kendime. Aşk böyle bir şey olmalıydı. Sözcükler sükuta ermeliydi artık.Sözler kayboldukça gönül dilinin nağmeleri duyulmalıydı. Görülmese de işitilmeliydi sevgilinin sesi uzak diyarlardan. Rüzgar alıp getirmeliydi sesinin tınısını.
Bir de görmek vardı. Fani olan göz görmese de mahlukatta onu görmek. Gönül gözüyle eğilmek yaratılanların üzerine ve sevgiliyi görmek. Onun izlerini bulmak ve yürümek. Sadece o izden yürümek. Bırakmak kendini usulca onun iklimine. Gezinmek ilden ile onun yağmuruyla, onun güneşiyle ve onun yıldızıyla. Derince solumak onun çiçek kokularını.
Bir de renklerin değişmesi vardı. Renklerin karışması. Her bir rengin sevgilinin rengine bürünmesi. Siyahın ak güllerle bezenmesi. Beyazın al al olması. 
Akan suyun parmaklarının arasından geçişinde suyu tutmaya meyletmeye benzer sevgilinin rayihasını düşünmek. Gidiverir avuçlarının arasından, tutamazsın. Sonra her bir varlıkta o kokuyu aramak. Dimağında bir daha asla o lezzeti bulamamak. 
Böyle bir şey olmalı dedim kendi kendime iç çekerken. Nargilemin fokurdayan sesine sakladım düşüncelerimi. Ve bıraktım kendimi gecenin soğuk nefesine...Adaçayı

adacayininhikayeleri.blogspot.com

Geliştirici

...... ..... ....

0 yorum:

Yorum Gönder